Okumayı mı, okumayı seven bir insan olma fikrini mi seviyorsun?
- Ayşen
- 16 Haz 2023
- 4 dakikada okunur

Kendime kendimi köşeye sıkıştıran sorular sormayı severim. Okumakla ilgili bu soru zihnimde en çok yanıp sönen, en çok dönüp duranlardan. Özellikle okuma hızımın düştüğü, hevesle masamın ve komodinimin üzerine yığdığım kitaplarımın adeta hayal kırıklığı içinde sessizce beni süzmekten bile vazgeçip kendi içlerine döndükleri zamanlarda kendimi bu soruyla bunaltırım. Çoğu zaman kendime cevap bile vermem, kimi zaman verdiğim cevaplar da sürekli değişir.
İnsanın kendisi ile ilgili soruları dürüstçe cevaplaması çok zor. Dürüst olmaya çalıştıkça daha da zor sanki. Sevdiğimiz şeyleri, kişilik özelliklerimizi anlatırken gerçekten nesnel bir şekilde özümüzü, kendimizi mi anlatıyoruz yoksa hem kendimize hem de çevremize, olmaktan mutluluk duyacağımız bir profili mi çiziyoruz? Gerçekten dürüst olmaya çalıştığımızda bile bu yanılgıdan kurtulduğumuza nasıl emin olabiliriz?
Her neyse... Niyetim bu mesele üzerine uzun uzun konuşmak ve kendime sıklıkla sorduğum soruları buraya listelemek değil. Geçenlerde kendimi sorguya çekerken birden aklıma düşüveren bir yazardan ve onun yazdıklarından bahsetmek istiyorum biraz: Kazuo Ishiguro
Ishiguro’nun Nobel konuşması ve röportajlarını dinlerken beni en çok etkileyen cevabı şu soruya verdiği olmuştu: Genç yazar adaylarına tavsiyeleriniz var mı? Bu kadar sıradan ve alışılmış bir soruya ancak Ishiguro gibi gerçek bir yazar akla kazınacak, etkili ve parlak bir cevap verebilirdi sanırım. Şu soruyu çok dürüstçe yanıtlamaya çalışın, demişti Ishiguro: Gerçekten yazmak istiyor musunuz yoksa istediğiniz yazar olmak mı? (Do you really want to write or do you want to be a writer?) Değerli bir yazar olmanın ilk şartını yazmayı gerçekten sevmek ve yazmakla özel bir ilişki kurmak olarak göstermişti. Bir yazar adayına sorulabilecek bu soru, yazmayı mı yoksa yazar olma fikrini mi seviyorsun, bir okur olarak kendime başlıktaki soruyu tekrar yöneltmeme sebep olmuştu.
Adını duyduğumda gözlerimin parıldadığı, muhteşem olduğunu düşündüğüm bu yazarın tüm kitaplarını okudum mu peki? Tabi ki hayır. Her şeyi mükemmel ve tam yapmam gerektiği konusunda beni bunaltan ve bazen de bu yüzden bir işe hiç başlayamamama sebep olan bilinçaltım, böyle bir cevabı verirken içime kocaman bir suçluluk duygusu pompalardı normalde, ama bu sefer sadece normal miktarın yarısını hissettiğimi güvenle söyleyebilirim. Çünkü bu biraz da bilinçli aldığım bir karardı. Ishiguro, tüm eserlerini bir çırpıda okuyup bitirmekten korktuğum, zamana yayarak azar azar ve demleyerek okumak istediğim bir yazar.
Tanışmamıza vesile olan romanının adı Günden Kalanlar’dı. Kendinizi meraklı bir okuyucu olarak değil de iyi bir sinema izleyicisi olarak tanımlıyorsanız bu ismi bir filme ait olarak duymuş olabilirsiniz. Zira Anthony Hopkins ve Emma Thompson’ın başrolünü paylaştığı film uyarlaması, 1993-1995 yılları arasında Oscar’ından Bafta’sına birçok ödül töreninden çokça adaylık ve ödül almış bir yapıt. Günden Kalanlar’ı biricik kitap kulübümüzün ikinci kitabı olarak 2021 yılının başlarında okumuştuk. Nobel ödüllü bir yazar olması vesilesiyle o zamanlar yeni öğrenmiş olduğum Kazuo Ishiguro’yu çok merak etmiş ve birlikte okumak için bu romanını tavsiye etmiştim. Geriye dönüp baktığımda da okuduğumuz tüm kitaplar içinde en sevdiklerim arasında yerini almış.
Günden Kalanlar’ın tanıtım bülteni “Bir roman düşünün ki asıl anlattığı, tek bir satırında dahi geçmeyen duygular, umutlar, hayal kırıklıkları, özlemler olsun.” şeklinde başlıyor ve genellikle kitapların arka kapak yazılarını başarısız bulan ben, kitabı okudukça bu cümlenin yerindeliğini şaşkınlıkla taktir etmiştim. Bir yazarın aslında hiç bunlardan bahsetmeden, ana karakteri çok farklı konular üzerinde konuşturuyor gibi görünürken, onun duygularını ve özellikle hayal kırıklıklarını neredeyse elle tutulabilecek, dokunulabilecek netlikte hissettirmeyi başarma yeteneği beni şaşkına çevirmişti.
Ishiguro’nın elime aldığım ikinci romanı olan, yine bir film uyarlamasına da sahip Beni Asla Bırakma’yı tam olarak hangi tarihte okuduğumu hatırlayamıyorum, zira bu sefer kitap kulübü ile değil tek başıma okumuştum ve dolayısıyla şu anda dönüp tarihlerini referans alabileceğim toplantı kayıtları mevcut değil. Fakat beni okumaya ve yeni kitaplar almaya her zaman teşvik eden, asla kendisine özel kitap alışverişi yapmayan ve benim seçip aldığım ama henüz okuyamayıp üst üste dizdiğim kitapları benden önce okuyup okuyup bitiren babacığımın övgüleri sonrasında, tahminen kış aylarında, çabucak okuyup bitirdiğimi hatırlıyorum. Ishiguro’nun yazarlık yeteneğine, bu sefer de ilk okuduğum kitabından tamamen farklı bir ortam ve karakter topluluğu ile bilim-kurguya göz kırpan bir kurgu içinde aynı düzeyde bir yetkinliği sergileyebilmesi sebebiyle şaşırıp kalmıştım. Daha sonra kendisiyle yapılan röportajları dinlediğimde Ishiguro; zamanı, mekânı, karakterleri ve kurgunun tamamını aslında zihninde oluşturduğu ve anlatmak istediği bir fikir ve hissi aktarabilmek için vasıta olarak kullandığını, bu aktarım için en elverişli kurguyu yaratmaya çalıştığını, bütün bunların adeta birer teferruat olduğunu ifade etmişti ve bu bana çok mantıklı gelmişti.
Ishiguro’nun kitaplığımda okunmayı bekleyen yedi kitabı daha var: Uzak Tepeler, Klara ile Güneş, Gömülü Dev, Avunamayanlar, Noktürnler, Değişen Dünyada Bir Sanatçı ve Öksüzlüğümüz. Bunların her birini çok merak etsem ve her biri tarafından şaşırtılmayı dört gözle beklesem de zamana yayarak uzun vadede okumaya kararlıyım. Zira Ishiguro, eserleri üzerine uzun uzun düşünmeyi ve çalışmayı seven bir yazar ve yeni bir eser yayınlaması yılları bulabilir. Çok fazla ayrıntıya girmek istememekle birlikte, Ishiguro’nun romanları yanında yazdığı senaryoları ve şarkı sözleri de olduğunu, hatta yazarlıktan önce müzisyen olmak hayalini kurduğunu, sadece romanlarını okumanın değil röportajlarını dinlemenin de aşırı keyifli olduğunu eklemek isterim. Hem bu şekilde düşünen ben, yalnız da değilim. Nobel Minds 2017 masasını Ishiguro ile paylaşan ve kendisini keyifle dinleyerek ona sorular soran tüm bilim insanlarının benimle hemfikir olduğuna eminim.
Bitirmeden önce hadi en başa dönelim: Okumayı mı yoksa okumayı seven bir insan olma fikrini mi sevdiğimizi nasıl anlarız? Ya da anlamalı mıyız? Okumayı seven bir insan olma fikrini sevdiğimiz için kendimizi daha çok okumaya teşvik eder ama bir yandan da “Ben kitap okumayı çok severim, iyi bir okurumdur ben” dersek sahtekarlık yapmış, yalan söylemiş olur muyuz? Bu sözleri söylerken suçlulukla gözlerimizi kaçırmalı mıyız? Yoksa soruya başka bir yönden yaklaşmalı ve önce okumayı seven bir insan olmak fikrini sevmeden, okumayı seven bir insan olmanın mümkün olmadığını kabullenmeli ve bu ön koşulla barışıp kendimize yüklenmekten vaz mı geçmeliyiz? Atomik Alışkanlıklar kitabında “İyi alışkanlıklar yerleştirmek için önce olmak istediğiniz kişiye karar vermeli, kendinize bir kimlik seçmelisiniz.” yazan James Clear’ın bu son soruya cevabı “evet” olurdu muhtemelen. Benim cevabım mı? Kendime sorduğum sorulara çoğunlukla cevap vermediğimi söylemiştim diye hatırlıyorum.
Comments